İsmail Eroğlu
Köşe Yazarı
İsmail Eroğlu
 

TÜRKİYE’DE KÜRT SORUNU DEĞİL, TÜRKLÜKLE SORUNU OLANLARIN ÖLÜCÜLÜK VE KÜRTÇÜLÜK SORUNU VARDIR.

Kürt sorunu, 1815 Viyana Kongresi’nde Avrupalı Devletlerin “ Şark Meselesi “ olarak ele aldıkları projenin devamından başka bir şey değildir.   1683  II.Viyana Kuşatması’ndan sonra, Türkleri Orta Avrupa’dan atma amacına matuf olarak Papa XI. İnnecentetionus’un gayreti ile kurulan “Kutsal İttifak” amacına ulaşmış. Osmanlı İmparatorluğu uzun süren savaşlar sonunda,(1699) Karlofça Antlaşması ile büyük toprak kayıplarına uğramıştır.   1815 Viyana Kongresi’yle de avrupalı devletler, şark meselesi adı altında Osmanlı yönetimindeki Balkan uluslarını isyan ettirip, özerkliklerini ve bağımsızlıklarını  elde etmelerini sağlamak, Türkleri balkanlardan atmak ve sonrasında ise; Asya topraklarındaki azınlıkların lehine reformlar yaptırmak, onları özerkliklerine kavuşturmak ve hatta imkanlar elverirse bağımsızlıklarını gerçekleştirmek istemişlerdir.   Bu arzularını da 1877-78 Osmanlı-Rus harbi sonrasında, Avrupa devletlerinin katılımı ile imzalanan Berlin Antlaşması’yla gerçekleştirme yolunda önemli bir adım atmışlardır. O tarihe kadar Balkanlar’da Müslümanlar çoğunlukta iken, yapılan katliamlar ve buna bağlı göçler sonucunda Müslümanlar azınlığa düşmüş adeta Balkanlar Türksüzleştirilmiştir.   Sıra Osmanlı İmparatorluğunun Asya ve Anadoludaki topraklarına gelmiştir. Rumeli’nin Sevr’i olarak adlandırabileceğimiz Berlin Antlaşması’nın  61’inci maddesi ile de Anadolu’da Sevr’e giden süreç başlatılmıştır. 1877-78 Osmanlı – Rus savaşı esnasında Anadolu’da Kürtlerin sırtından bir ermeni sorunu yaratmak üzere misyonerler ve Ermeni Patrikhanesi çok çaba sarfetmişlerdir. Bu gayretin sonucu Berlin Antlaşması’nın  61’inci maddesinde Ermenilerin, Kürtlere ve Çerkezlere karşı korunması taahhüt altına alınmıştır.   Berlin Antlaşması bu maddenin içeriği dolayısıyla diplomasi tarihinde görülmeyen bir ırkçı yaklaşımla Anadolu halkını Kürt, Çerkez, Ermeni diye etnik ayrıma tabi tutmuştur. Bu antlaşma ile, Anadolu’nun etnik ayrıştırıma tabi tutulması yolunda ilk adım atılmıştır.   1’inci dünya savaşı yenilgisi ile işgale uğrayan Anadolu, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki İstiklal Savaşı ile kurtarılmış, Ermeni ve Kürt Devleti kurma hayalleri o gün için rafa kaldırılmıştır.   Şüphesiz ki başarıyı kolaylaştıran sebeplerden biri de 1’inci Dünya Savaşı sırasında Türk ordusunu arkadan vuran Osmanlı Ermeni’lerinin mecburi iskana tabi tutulmalarıdır. 1915 yılı tehcir kanunu ile Ermeni’lerin mübadele ile de Rumların Anadolu’yu terk etmeleri, Kürtleri emperyalist devletlerin oyuncağı haline getirmiştir.    Emperyalist sömürgecilerin artık Anadolu’da kullanabilecekleri ne Rum, ne de Ermeni nüfus kalmıştır. Bu bakımdan Kürtler, emperyalist sömürgeci devletlerin kullanmak istedikleri tek alternatif olmuştur. Kürt sorununun öncülerinin de Kürt’lerden değil. Avrupa’lı misyonerlerin, konsolosların ve gezginlerin içinden çıkması bu bakımdan önemli bir durum tespitidir.    Bunun en açık delili “Kürt dili grameri ve sözlüğünü” 1887 yılında yayınlayan VATİKAN MİSYONERİ İTALYAN P. MAURİZİO  GARZONİ’nin Kürtçülüğün öncüsü ve babası sayılmasıdır.    18 yıl Şemdinli bölgesinde kalan bu misyoner, Avrupa’da gölgede kalmış ve unutulmuş onca dil varken, acaba neden Güney Doğu Anadolu’yu tercih etmiştir ? Garzoni’yi, İngiliz, Alman, Rus, Polonya’lı, Fransız, Amerika’lı Misyoner gezgin ve diplomatlar takip etmiştir. Özellikle Ruslar, çariçe 2’inci Katarina zamanından başlayarak her geçen yıl Kürt’lere daha fazla ilgi duymaya başlamışlardır. Erivan ve Petersburg’da Kürdoloji Enstitülerini kurmuşlardır.    Rus Wladamir Minorsky ve Basil Nikitin’in gayretleri ile Kürtlere, Türklerden ayrı bir tarih yazmışlardır. Siyasi Kürtçülerin sık sık başvurdukları Mezopotamya asıllı bir halk oldukları şeklindeki tarih tezi işte bu Rus bilim adamlarının eseridir.    Dil ve tarih bir millet yaratmanın ana unsurlarıdır. Yukarıdaki tüm çabalarda bir Kürt Ulusu yaratma amacına dönük olan çalışmalardır. Nitekim ABD’de de İngilizce’nin resmi dil olarak kabulü ile milletleşme başarılmıştır. Bütün bu çabalar ve gayretler 200 yıldan beri sürdürülen bir projenin sonucudur.    Balkan kavimleri, Rumlar, Bulgarlar, Araplar ve Ermenilerle şark meselesi kapsamında yürütülen mücadele bugün çok yönlü olarak Kürt sorunu halinde sürdürülmektedir. Avrupa’da ve ABD’lerinde “Kutsal İncil Topraklarının Bu Günü” adı altında yayınlanan haritalarda, Türk toprakları Ermenistan ve Kürdistan diye gösterilerek tüm itirazlara rağmen basılmaya devam edilmektedir.   Maalesef bu tartışmalar ve yaşanan gelişmeler sorunun şiddetle bir neticeye doğru sürüklendiğini göstermektedir. Bu bakımdan özellikle bölge halkımızın, göçler ve evlenmelerle iç içe geçtiğimizi bin yıldır oluşturulan birlik ve beraberliğimizi daima hatırlaması önem kazanmaktadır.    Çünkü bütün çabalar bölge halkı üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Maalesef Kürt aydını diye ortaya çıkan bazı kimseler de bölgenin durumunu, bir geri bıraktırılmış ve sömürgecilik sorunu olarak ele almaktadırlar.   (Bu konuya gelecek sayımızda devam edeceğiz.)
Ekleme Tarihi: 04 Nisan 2023 - Salı

TÜRKİYE’DE KÜRT SORUNU DEĞİL, TÜRKLÜKLE SORUNU OLANLARIN ÖLÜCÜLÜK VE KÜRTÇÜLÜK SORUNU VARDIR.

Kürt sorunu, 1815 Viyana Kongresi’nde Avrupalı Devletlerin “ Şark Meselesi “ olarak ele aldıkları projenin devamından başka bir şey değildir.
 
1683  II.Viyana Kuşatması’ndan sonra, Türkleri Orta Avrupa’dan atma amacına matuf olarak Papa XI. İnnecentetionus’un gayreti ile kurulan “Kutsal İttifak” amacına ulaşmış. Osmanlı İmparatorluğu uzun süren savaşlar sonunda,(1699) Karlofça Antlaşması ile büyük toprak kayıplarına uğramıştır.
 
1815 Viyana Kongresi’yle de avrupalı devletler, şark meselesi adı altında Osmanlı yönetimindeki Balkan uluslarını isyan ettirip, özerkliklerini ve bağımsızlıklarını  elde etmelerini sağlamak, Türkleri balkanlardan atmak ve sonrasında ise; Asya topraklarındaki azınlıkların lehine reformlar yaptırmak, onları özerkliklerine kavuşturmak ve hatta imkanlar elverirse bağımsızlıklarını gerçekleştirmek istemişlerdir.
 
Bu arzularını da 1877-78 Osmanlı-Rus harbi sonrasında, Avrupa devletlerinin katılımı ile imzalanan Berlin Antlaşması’yla gerçekleştirme yolunda önemli bir adım atmışlardır.
O tarihe kadar Balkanlar’da Müslümanlar çoğunlukta iken, yapılan katliamlar ve buna bağlı göçler sonucunda Müslümanlar azınlığa düşmüş adeta Balkanlar Türksüzleştirilmiştir.
 
Sıra Osmanlı İmparatorluğunun Asya ve Anadoludaki topraklarına gelmiştir. Rumeli’nin Sevr’i olarak adlandırabileceğimiz Berlin Antlaşması’nın  61’inci maddesi ile de Anadolu’da Sevr’e giden süreç başlatılmıştır. 1877-78 Osmanlı – Rus savaşı esnasında Anadolu’da Kürtlerin sırtından bir ermeni sorunu yaratmak üzere misyonerler ve Ermeni Patrikhanesi çok çaba sarfetmişlerdir. Bu gayretin sonucu Berlin Antlaşması’nın  61’inci maddesinde Ermenilerin, Kürtlere ve Çerkezlere karşı korunması taahhüt altına alınmıştır.
 
Berlin Antlaşması bu maddenin içeriği dolayısıyla diplomasi tarihinde görülmeyen bir ırkçı yaklaşımla Anadolu halkını Kürt, Çerkez, Ermeni diye etnik ayrıma tabi tutmuştur. Bu antlaşma ile, Anadolu’nun etnik ayrıştırıma tabi tutulması yolunda ilk adım atılmıştır.
 
1’inci dünya savaşı yenilgisi ile işgale uğrayan Anadolu, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki İstiklal Savaşı ile kurtarılmış, Ermeni ve Kürt Devleti kurma hayalleri o gün için rafa kaldırılmıştır.
 
Şüphesiz ki başarıyı kolaylaştıran sebeplerden biri de 1’inci Dünya Savaşı sırasında Türk ordusunu arkadan vuran Osmanlı Ermeni’lerinin mecburi iskana tabi tutulmalarıdır. 1915 yılı tehcir kanunu ile Ermeni’lerin mübadele ile de Rumların Anadolu’yu terk etmeleri, Kürtleri emperyalist devletlerin oyuncağı haline getirmiştir. 
 
Emperyalist sömürgecilerin artık Anadolu’da kullanabilecekleri ne Rum, ne de Ermeni nüfus kalmıştır. Bu bakımdan Kürtler, emperyalist sömürgeci devletlerin kullanmak istedikleri tek alternatif olmuştur. Kürt sorununun öncülerinin de Kürt’lerden değil. Avrupa’lı misyonerlerin, konsolosların ve gezginlerin içinden çıkması bu bakımdan önemli bir durum tespitidir. 
 
Bunun en açık delili “Kürt dili grameri ve sözlüğünü” 1887 yılında yayınlayan VATİKAN MİSYONERİ İTALYAN P. MAURİZİO  GARZONİ’nin Kürtçülüğün öncüsü ve babası sayılmasıdır. 
 
18 yıl Şemdinli bölgesinde kalan bu misyoner, Avrupa’da gölgede kalmış ve unutulmuş onca dil varken, acaba neden Güney Doğu Anadolu’yu tercih etmiştir ? Garzoni’yi, İngiliz, Alman, Rus, Polonya’lı, Fransız, Amerika’lı Misyoner gezgin ve diplomatlar takip etmiştir. Özellikle Ruslar, çariçe 2’inci Katarina zamanından başlayarak her geçen yıl Kürt’lere daha fazla ilgi duymaya başlamışlardır. Erivan ve Petersburg’da Kürdoloji Enstitülerini kurmuşlardır. 
 
Rus Wladamir Minorsky ve Basil Nikitin’in gayretleri ile Kürtlere, Türklerden ayrı bir tarih yazmışlardır. Siyasi Kürtçülerin sık sık başvurdukları Mezopotamya asıllı bir halk oldukları şeklindeki tarih tezi işte bu Rus bilim adamlarının eseridir. 
 
Dil ve tarih bir millet yaratmanın ana unsurlarıdır. Yukarıdaki tüm çabalarda bir Kürt Ulusu yaratma amacına dönük olan çalışmalardır. Nitekim ABD’de de İngilizce’nin resmi dil olarak kabulü ile milletleşme başarılmıştır. Bütün bu çabalar ve gayretler 200 yıldan beri sürdürülen bir projenin sonucudur. 
 
Balkan kavimleri, Rumlar, Bulgarlar, Araplar ve Ermenilerle şark meselesi kapsamında yürütülen mücadele bugün çok yönlü olarak Kürt sorunu halinde sürdürülmektedir. Avrupa’da ve ABD’lerinde “Kutsal İncil Topraklarının Bu Günü” adı altında yayınlanan haritalarda, Türk toprakları Ermenistan ve Kürdistan diye gösterilerek tüm itirazlara rağmen basılmaya devam edilmektedir.
 
Maalesef bu tartışmalar ve yaşanan gelişmeler sorunun şiddetle bir neticeye doğru sürüklendiğini göstermektedir. Bu bakımdan özellikle bölge halkımızın, göçler ve evlenmelerle iç içe geçtiğimizi bin yıldır oluşturulan birlik ve beraberliğimizi daima hatırlaması önem kazanmaktadır. 
 
Çünkü bütün çabalar bölge halkı üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Maalesef Kürt aydını diye ortaya çıkan bazı kimseler de bölgenin durumunu, bir geri bıraktırılmış ve sömürgecilik sorunu olarak ele almaktadırlar.  
(Bu konuya gelecek sayımızda devam edeceğiz.)
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kanalakdeniz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.