Yıldırım Uysal
Köşe Yazarı
Yıldırım Uysal
 

HAY SENİN KAFANA

Günlerden bir pazar günü, çıktım yollara. Hani derler ya çok gezen mi bilir çok okuyan mı bilir diye. Pazarın o hınca hınç doluluğunu aradı gözlerim. Sonra aklıma geldi ramazan ayındayız diye.  Gittim bir mekâna açtım sandalyemi oturdum denize karşı. İnsan bir başka huzur buluyor deniz kenarında yürüyüş yolunda. Parklarda oyun oynayan çocuklar, el ele gezen sevgililer, kuşların cıvıltısı, artık hayattan yorulmuş biraz huzur arayan ihtiyar delikanlılar ve hanım hanım teyzecikler, bir yandan spor yapan gençler. Karşımda yaşı 35 40 yaşlarında bir delikanlı kardeşim. Bankta tek başına oturmuş yanında bir amfi, sandım enstrüman çalacak arkadaş. Sonra boğuk bir ses, şarkı söylüyor. Telefonu amfiye takmış sanırım karaoke yapıyor. Hani ses güzel olsa diyeceğim ki bravo. Ses de yok. Şarkının çoğu yerinde detone bir ses çıkıyor. Kendi kendime düşünüyorum “adamdaki medeni cesarete bak” diye. Sanırım bir arkadaş grubu içerisinde sesin çok yanık çok güzel diye şaka yapmışlar arkadaşımda ciddiye almış. “Madem böyle bir sesim var neden insanları mahrum edeyim diye düşünmüş olacak ki gelmiş deniz kenarına başlamış insanlara eziyet çektirmeye. Ya kardeşim hadi müziği seviyorsun anladık ama insan kendini bilmez mi. Nerede bas nerede tiz ses çıkar, hangi şarkı benim sesime uygun, hangi şarkıyı söylersem sesime yakışır diye. Yok bu arkadaş hiç düşünmeden hangi şarkı olursa olsun ben söylerim demiş. Bazen görüyoruz parklarda, yürüyüş yollarında. Yoğurt kovasından vurmalı çalgı yapıp gerçek anlamda sanat yapan gençleri. Bazen yurt dışında rastlıyoruz bu insanlara metrolarda ya da alt geçitlerde. Kimi viyolasını almış, kimi kemanını, kimi de flütünü.  Bir bakıyorsun trio yapmışlar keman flüt ve gitarla. Alıyor seni, bu alemden başka bir aleme götürüyor. İnsan hiç ayrılmak istemiyor oradan. Ama iş bu beklemez. Biraz üzgün birazda hüzünlü ayrılıyor oradan. Sonra bir koşuşturmacadır gidiyor. İşte demem o ki madem bu işi yapacaksın adam gibi yap. Sırf iş yapmış olmak için yapma. En azından bize işkence çektirme. Hayatın tüm dallarında durum bu aslında. Ya yaparsın bu işi ya da sana yakışanı yapar seyirci olursun hayata. Ülkede görünen şey tam olarak bu işte. Bir bakıyorsun bilmem ne şirketine müdür atanmış. Bilmem ne kurumunun başına biri gelmiş. Adam hayatının hiçbir döneminde bu işi ya da bu işle ilgili herhangi bir şey yapmamış. Ama amcası var dayısı var. Ne geliyorsa bu ülkenin başına liyakatsiz insanlardan geliyor. Sağcısı solcusu, ülkücüsü devrimcisi, muhafazakarı çağdaşı. Hangisi olursa olsun sonuç aynı. Dinleyen için de seyreden içinde tam bir eziyet. LİYAKAT nedir diye baktığımızda LAYIK OLMA, YARAŞMA, YARAŞIRLIK, UYGUNLUK, YETERLİLİK, YETENEK diye tanımlayabiliriz. Peki bu tanımlar doğruysa bizi yönetenlerin liyakatinden ne kadar söz edebiliriz. Bir bakıyorsun devletin kurumlarını kendi babalarının çiftliğiymiş gibi yönetmeye kalkıyorlar, bir bakıyorsun bilmem kaç şirketten huzur hakkı almalar, bir bakıyorsun tanıdık eş dost akraba çalışanlar. Ve işin garip tarafı kimsede çıkıp ta ya kardeşim hep iftira atıyorsunuz, kanıtlayın istifa edeyim diyen yok. Ah bu ata sözleri. Ne demiş atalarımız; “Bal tutan parmağını yalar” “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” “El öpmekle dudak aşınmaz” vb. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Düşünsem daha da çok bulurum ama fazlasına gerek yok. Hani bir söz vardır; Kunduracının önünde çiftçinin aleti, köpeğin önünde saman, eşeğin önünde kemik, bir şey ifade etmez. İşi, ehline vereceksin diye de bir laf vardır. Hz. Peygamber (S.A.V) ne demiş; “Herhangi bir iş, görev ehil olmayana teslim edildiğinde kıyameti bekle.” Hangi kuruma bakarsak bakalım liyakatsiz yöneticilerle çevrilmiş durumda etrafımız. Hani çocukluğumuzda top oynadığımız zaman top bize geldiğinde eğer beceremiyorsak hemen topu başkasına atardık. Top bizden çıksın da kimde kalırsa kalsın edasıyla. İşte kurumların maalesef durumu bu. Tek bir yerden yönetilen kurumlarda kim ne kadar bilirse bilsin tek bir kişinin dediğiyle yapılıyor işler. Bizler geleceğimiz olan çocuklarımıza ilk olarak ahlaklı olmayı, haksızlıklara karşı dik durmayı, yalan söylememeyi, küçükleri korumayı, büyüklere karşı saygılı olmayı yani kısacası:            Türküm, doğruyum, çalışkanım.            Yasam’la başlayıp, Ne mutlu Türküm diyene ile biten ANDIMIZ. İşte bize unutturulmak istenen şey bu. Haksızlıklara karşı susmak, küçüğü ezmek, büyüğün güçlünün yanında diğerlerine zulmetmek, çalışmadan, hak etmeden kazanç sağlamak. Yaşananlara bakınca Hz. Peygamber’in sözleri tekrar tekrar zihnimde çalkalanıyor; “Herhangi bir iş, görev ehil olmayana teslim edildiğinde kıyameti bekle.” 20 yıldır ülkede yaşananlara baktığımda, kıyameti beklemeye gerek yok. Depremler, sel felaketleri, yangınlar, vurgunlar, talan. Daha neyi bekliyorsunuz anlamak için. Gökten bir sopamı uzanacak kafanıza vurmak için, yoksa vahiy inmesini mi bekliyorsunuz yaşananları anlamak için. İnsana demezler mi hay senin kafana.
Ekleme Tarihi: 04 Nisan 2023 - Salı

HAY SENİN KAFANA

Günlerden bir pazar günü, çıktım yollara.

Hani derler ya çok gezen mi bilir çok okuyan mı bilir diye. Pazarın o hınca hınç doluluğunu aradı gözlerim.

Sonra aklıma geldi ramazan ayındayız diye.  Gittim bir mekâna açtım sandalyemi oturdum denize karşı. İnsan bir başka huzur buluyor deniz kenarında yürüyüş yolunda.

Parklarda oyun oynayan çocuklar, el ele gezen sevgililer, kuşların cıvıltısı, artık hayattan yorulmuş biraz huzur arayan ihtiyar delikanlılar ve hanım hanım teyzecikler, bir yandan spor yapan gençler.

Karşımda yaşı 35 40 yaşlarında bir delikanlı kardeşim. Bankta tek başına oturmuş yanında bir amfi, sandım enstrüman çalacak arkadaş. Sonra boğuk bir ses, şarkı söylüyor.

Telefonu amfiye takmış sanırım karaoke yapıyor. Hani ses güzel olsa diyeceğim ki bravo. Ses de yok. Şarkının çoğu yerinde detone bir ses çıkıyor. Kendi kendime düşünüyorum “adamdaki medeni cesarete bak” diye.

Sanırım bir arkadaş grubu içerisinde sesin çok yanık çok güzel diye şaka yapmışlar arkadaşımda ciddiye almış.

“Madem böyle bir sesim var neden insanları mahrum edeyim diye düşünmüş olacak ki gelmiş deniz kenarına başlamış insanlara eziyet çektirmeye.

Ya kardeşim hadi müziği seviyorsun anladık ama insan kendini bilmez mi. Nerede bas nerede tiz ses çıkar, hangi şarkı benim sesime uygun, hangi şarkıyı söylersem sesime yakışır diye.

Yok bu arkadaş hiç düşünmeden hangi şarkı olursa olsun ben söylerim demiş. Bazen görüyoruz parklarda, yürüyüş yollarında.

Yoğurt kovasından vurmalı çalgı yapıp gerçek anlamda sanat yapan gençleri. Bazen yurt dışında rastlıyoruz bu insanlara metrolarda ya da alt geçitlerde.

Kimi viyolasını almış, kimi kemanını, kimi de flütünü.  Bir bakıyorsun trio yapmışlar keman flüt ve gitarla. Alıyor seni, bu alemden başka bir aleme götürüyor.

İnsan hiç ayrılmak istemiyor oradan. Ama iş bu beklemez. Biraz üzgün birazda hüzünlü ayrılıyor oradan.

Sonra bir koşuşturmacadır gidiyor. İşte demem o ki madem bu işi yapacaksın adam gibi yap.

Sırf iş yapmış olmak için yapma. En azından bize işkence çektirme.

Hayatın tüm dallarında durum bu aslında.

Ya yaparsın bu işi ya da sana yakışanı yapar seyirci olursun hayata. Ülkede görünen şey tam olarak bu işte.

Bir bakıyorsun bilmem ne şirketine müdür atanmış.

Bilmem ne kurumunun başına biri gelmiş.

Adam hayatının hiçbir döneminde bu işi ya da bu işle ilgili herhangi bir şey yapmamış.

Ama amcası var dayısı var. Ne geliyorsa bu ülkenin başına liyakatsiz insanlardan geliyor. Sağcısı solcusu, ülkücüsü devrimcisi, muhafazakarı çağdaşı.

Hangisi olursa olsun sonuç aynı.

Dinleyen için de seyreden içinde tam bir eziyet.

LİYAKAT nedir diye baktığımızda LAYIK OLMA, YARAŞMA, YARAŞIRLIK, UYGUNLUK, YETERLİLİK, YETENEK diye tanımlayabiliriz.

Peki bu tanımlar doğruysa bizi yönetenlerin liyakatinden ne kadar söz edebiliriz.

Bir bakıyorsun devletin kurumlarını kendi babalarının çiftliğiymiş gibi yönetmeye kalkıyorlar, bir bakıyorsun bilmem kaç şirketten huzur hakkı almalar, bir bakıyorsun tanıdık eş dost akraba çalışanlar.

Ve işin garip tarafı kimsede çıkıp ta ya kardeşim hep iftira atıyorsunuz, kanıtlayın istifa edeyim diyen yok.

Ah bu ata sözleri. Ne demiş atalarımız; “Bal tutan parmağını yalar” “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” “El öpmekle dudak aşınmaz” vb. Şimdilik aklıma gelenler bunlar.

Düşünsem daha da çok bulurum ama fazlasına gerek yok.

Hani bir söz vardır; Kunduracının önünde çiftçinin aleti, köpeğin önünde saman, eşeğin önünde kemik, bir şey ifade etmez.

İşi, ehline vereceksin diye de bir laf vardır. Hz. Peygamber (S.A.V) ne demiş; “Herhangi bir iş, görev ehil olmayana teslim edildiğinde kıyameti bekle.” Hangi kuruma bakarsak bakalım liyakatsiz yöneticilerle çevrilmiş durumda etrafımız.

Hani çocukluğumuzda top oynadığımız zaman top bize geldiğinde eğer beceremiyorsak hemen topu başkasına atardık.

Top bizden çıksın da kimde kalırsa kalsın edasıyla. İşte kurumların maalesef durumu bu.

Tek bir yerden yönetilen kurumlarda kim ne kadar bilirse bilsin tek bir kişinin dediğiyle yapılıyor işler.

Bizler geleceğimiz olan çocuklarımıza ilk olarak ahlaklı olmayı, haksızlıklara karşı dik durmayı, yalan söylememeyi, küçükleri korumayı, büyüklere karşı saygılı olmayı yani kısacası:

           Türküm, doğruyum, çalışkanım.

           Yasam’la başlayıp, Ne mutlu Türküm diyene ile biten ANDIMIZ.

İşte bize unutturulmak istenen şey bu. Haksızlıklara karşı susmak, küçüğü ezmek, büyüğün güçlünün yanında diğerlerine zulmetmek, çalışmadan, hak etmeden kazanç sağlamak.

Yaşananlara bakınca Hz. Peygamber’in sözleri tekrar tekrar zihnimde çalkalanıyor; “Herhangi bir iş, görev ehil olmayana teslim edildiğinde kıyameti bekle.” 20 yıldır ülkede yaşananlara baktığımda, kıyameti beklemeye gerek yok.

Depremler, sel felaketleri, yangınlar, vurgunlar, talan. Daha neyi bekliyorsunuz anlamak için.

Gökten bir sopamı uzanacak kafanıza vurmak için, yoksa vahiy inmesini mi bekliyorsunuz yaşananları anlamak için.

İnsana demezler mi hay senin kafana.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kanalakdeniz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.